TÜBİTAK Bilim Ödülü Sahibi Prof. Dr. Aliev İle Söyleşi

-A +A
Prof. Dr. Alikram Nuhbalaoğlu Aliev 
 
12 Aralık 1954 yılında Azerbaycan’ın Şamahı bölgesinde dünyaya geldi. 1978 yılında M.V. Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi Fizik Fakültesinden mezun oldu. 1978-1980 yılları arasında aynı üniversitede stajyer araştırmacı olarak çalıştı 1980 yılında aynı üniversitede doktora programına başladı ve 1984 yılında Teorik ve Matematiksel Fizik alanında doktora derecesi aldı.  Doktora sonrası dönemde, Azerbaycan Bilimler Akademisi’nde görev yaptı ve 1986 yılında doçentlik unvanı aldı. M.V. Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi’nden1993 yılında Sovyetler Birliği’nde en yüksek bilimsel derece olan ‘Fizik ve Matematik Bilimleri Doktoru’ (Profesörlük) unvanını aldı. Daha sonra TÜBİTAK’ın daveti ile Türkiye’ye geldi ve 1994-2011 yılları arasında TÜBİTAK-Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü’nde çalıştı. 2012 yılından bu yana İstanbul Yeni Yüzyıl Üniversitesi’nde çalışıyor. 
 
Prof. Aliev’in Bilimsel Çalışmaları
 
Teorik ve matematiksel fizikçi olan Prof. Dr. Alikram Nuhbalaoğlu Aliev, evrenin temel işleyişini ve kara delikleri anlamaya çalıştığını söylüyor. Evreni anlama çabalarının oldukça kadim bir uğraş olduğunu ve bu çabaların tarihinin Dünya üzerindeki bütün medeniyetlerin evrene olan ilgi ve sadakatinin öyküsü olduğunu ifade eden Prof. Aliev, “Bugün geriye dönülüp bakıldığında, evrenin temel yasalarını ortaya koyma çabalarında hep bir ‘bütünlük’ arama çabalarının öne çıktığı görülmektedir. Newton, elmanın düşmesi ile gezegenlerin güneş etrafında dönmesinde bir bütünlük arayan ilk bilim insanı olmuş ve her iki hareketin de nedeninin gravitasyon kuvveti olduğunu ortaya koymuştur. Maxwell elektromanyetizması elektrik, manyetik ve ışık olaylarında bütünlük arama çabalarının sonucu olarak ortaya çıkmış ve sonlu hızla etkileşme gerçeğini öngörmüştür” diyor.
 
Bütünlük arama çabalarının her zaman kolay olmadığına, ancak başarılı olduğunda inanılmaz açılımlara yol açtığına işaret eden Prof. Aliev, uzay ve zaman kavramlarının tek ‘uzay-zaman’ kavramında bütünleşme gerçeğinin sonucu olarak Einstein’ın özel ve genel rölativite teorilerini ortaya koyduğunu belirtiyor. Yeni devrimsel kavramlar içeren bu teorilerin, Newton fiziği ile Maxwell elektromanyetizması arasında ‘uyumu’ sağlamakla kalmadığını, insanoğlunun hayal etmekte bile zorlandığı fiziksel olayları öngördüğünü ve anlaşılmasını mümkün kıldığını anlatan Prof. Aliev, sözlerini şöyle sürdürüyor: 
 
“Örneğin, genel rölativite kara delikleri öngörmüştür. Kara delikler uzay-zamanda özel bölgelerdir; öylesine özel ki ışık bile bu bölgenin gravitasyonel alanından kurtulamaz.  Günümüzde astronomik gözlemler çift yıldız sistemlerinde ve gökadaların (Samanyolu gökadamız dahil)  merkezlerinde kara deliklerin var olduğunu göstermektedir.
 
Bütünlük arama çabaları durmamış ve 20. yüzyılın bir diğer devrimsel teorisi olan kuantum mekaniği ile özel rölativite teorisini bütünleştirme yönünde devam etmiştir. Böylece “anti-madde” öngörülmüş ve keşfedilmiş, elektromanyetik, zayıf ve kuvvetli nükleer etkileşmelerin teorik  tasviri kuantum alan teorisi kapsamında bir bütün olarak ele alınmıştır.  Bugün Standart Model olarak bilinen bu alan teorisi, son olarak öngördüğü Higgs parçacığının keşfi ile tam bir zafere ulaşmıştır. Diğer yandan kuantum mekaniği ile genel rölativite teorisini bütünleştirme çabaları sonuçsuz kalmış ve gravitasyonun konvansiyonel kuantum tasvire uymadığı ortaya çıkmıştır.  Açılım, yeni bütünlük kavramları içeren ve doğayı tek bir dille tasvir etmeyi amaçlayan sicim teorisi çerçevesinde gerçekleşmiştir. Buradaki gelişmeleri en basit deyişle özetlersek,  sicim teorisi doğanın temel ve tam kuantum tasviri için bir ‘şantiye’ ortaya koymuş ve bu şantiyede kara deliklere klasik/kuantum geçitlerin ‘köprüleri’ rolünü vermiştir.  
 
Kara delikler kesin matematiksel çözümleridir. Bu durum, makroskopik nesnenin kesin matematiksel tasvire  “müsaade” ettiği ve fizik tarihinde çok ender olarak rastlanan bir durumdur. Bu nedenle kara deliklerin sicim teorisi ve tüm diğer çağdaş fizik teorilerinin yapısını, onların dinamiğini ve yeni öngörülerini anlamak için “rehber-laboratuvar”  rolü vardır.  Bugün kara delikler bilimi “canlı” bir bilimdir ve bu canlılık doğa bilimine ilgi gösteren herkesi heyecanlandırmaya devam etmektedir. Bunun içindir ki kara delikler yüksek enerji fiziğinden kozmik patlamalara, enformasyon teorilerinden kuantum evrene, doğanın temel tasvirine yönelik tüm fikirlerin ve düşüncelerin ayrılmaz-kopmaz bir parçası haline gelmiştir.”  
 
Bütün bilimsel yaşamı boyunca bu fikir ve düşüncelere; Einstein genel rölativite teorisinde kara deliklerin çevresinde özel ikiz tepeli kuazi-yörüngesel frekansların ve lineer olmayan rezonans olayların öngörülmesi, sicim teorisinin öngörüleri kapsamında,  4-boyutlu evrende ek uzaysal boyutun fiziksel etkisini içeren dönen kara deliklerin tasviri, keyfi uzay-zaman boyutlarında dönen ve elektrik yüklü kara deliklerin tasviri ve bu türden kara deliklerin  elektromanyetik özelliklerini açıklayan evrensel formüllerin ortaya konulması,  3-boyutlu uzay-zamanda kütleli gravitasyon teorilerinin  Dirac-tipi operatör dilinde yeniden formüle edilmesi ve ilgili geniş sınıf gravitasyonel dalga ve kara delik çözümlerinin bulunması vb. araştırmalarla katkılarda bulunmaya çalıştığını kaydeden Prof. Aliev, bunun için çok mutlu olduğunu dile getiriyor. Prof. Aliev, sözlerini şöyle sürdürüyor: 
 
“Günümüzde çağdaş fizik teorilerinin öngörülerine dayanarak milyonlarca ışık yılı uzaklıktaki gökadanın merkezinde süper kütleye sahip ve süper hızla dönen bir kara deliğin inanılmaz özelliklerini sadece kağıt ve kalem kullanarak anlamamız mümkün.  Düşünün ki, bu ne kadar heyecan vericidir!”
 
“1961 yılı, Rus Astronot Yuri Gagarin’in Uzaya Çıkan İlk İnsan Olmasıyla Heyecan Dolu Bir Yıldı”
 
Prof. Aliev, bilime ilgisinin başlamasını şu sözlerle anlatıyor: 
 
“Benim ilkokula başladığım 1961 yılı, Rus Astronot Yuri Gagarin’in uzaya çıkan ilk insan olması ve Sovyet biliminin başarılarının sembolüne dönüşmesiyle oldukça heyecan dolu bir yıldı. Bu heyecan sonraki yıllarda da hep artarak devam etmekteydi. Her tarafta uzay araştırmaları konuşuluyor, ülkenin bilimsel başarıları ve kalkınması için fizik ve matematiğin önemi özellikle vurgulanıyordu. Okul öğretmenlerimiz de bizlere ünlü filozof ve şairimiz Nizami Gencevi’nin “Kuvvet ilimdedir, başka türlü kimse kimseye üstünlük sağlayamaz” sözünü hatırlatıyorlardı. Bu gelişmeler, benim şiir ve edebiyata heveskar yapımda derin bir fizik ve matematik tutkusu uyandırmıştı. O yıllarda yapılan okullar arası bütün fizik ve matematik yarışmalarında hep ön sıralarda yer almam bu tutkuyu daha da kuvvetlendirmişti. Ayrıca bölgemizde Sovyet uzay araştırmaları programının bir parçası olarak Şamahı Astrofizik Gözlemevi’nin kurulmuş olması bende bilim insanı olma ve uzay çalışmalarına katılma duygusunu uyandırmıştı. Bu nedenle dünyaca ünlü bilim insanı Mikhail Lomonosov’un kurduğu ve Sovyet biliminin “beşiği” kabul edilen Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi’nde fizik ve matematik okumak hayalini kurmaya başlamıştım. Nitekim Azerbaycan’daki lise eğitimimin son yıllarında bu üniversite ile irtibat kurmayı başarmış ve bünyesindeki fizik-matematik açık öğretim lisesine kayıt olmuştum. Bu üniversitenin öğrencisi olacağım günü sabırsızlıkla beklemekteydim. Nihayet o gün geldi ve ben artık Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi Fizik Fakültesi’nin öğrencisiydim ve bu üniversite tüm anlamıyla hayatımdı. Burada öğrendim ki Einstein genel rölativite teorisinin öngördüğü kara delikler, çağdaş teorik fiziğin ve astrofiziğin en gizemli araştırma nesneleridir.  “İşte bu tam bana göre bir uğraş!” diyerek konuya girdim.
“TÜBİTAK’a Gönül Bağı ile Bağlıyım. Bilim Ödülü’ne Layık Görülen Çalışmalarım TÜBİTAK-Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü’nde Yapılmıştır” 
 
Prof. Aliev, TÜBİTAK Bilim Ödülü’nü kazanmanın kendisine hissettirdiklerini şu sözlerle açıklıyor: 
 
“Bilim insanları hiçbir zaman ödül bekleyerek çalışmazlar. Gönül verdikleri düşünceleri geliştirmek ve temel gerçekleri idrak etmek için çalışırlar.  Ben inanıyorum ki yazmış olduğu her yeni eserini tekrar okumak, beyninde tekrar canlandırmak, her şeyin yeniden başlamak üzere bittiğini anlamak, düşünme/üretme duygusunun  güzelliğine kapılmak, yüzyıllar boyunca  doğanın temel işleyişi  hakkında  düşünen insanların safında kendini hissetmek, bir bilim insanının hayatı ve sevincidir.
 
Öte yandan, bir gün Bilim Ödülü’ne layık görüldüklerinde,  bilim insanları oldukça duygulanırlar. Ben de hiç kuşkusuz çok duygulandım. Yıllar önce, hayatımın en zor döneminde beni bağrına basan, Türkiye Cumhuriyeti’nin gözde kurumu, hepimizin gurur kaynağı TÜBİTAK, kara delikler üzerine yaptığım bilimsel çalışmalarımın değerini fark etmiş ve beni TÜBİTAK Bilim Ödülü’ne layık görmüştü. Bu durum karşısında duygulanmamak elimde değildi. İçimi TÜBİTAK Bilim Kurulu’nun Sayın Başkanına ve Sayın Üyelerine sözsüz teşekkür duygusu sarmıştı.” 
 
Bilim Ödülü’ne layık görülen çalışmalarını TÜBİTAK Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü’nde yaptığını belirten Prof. Aliev, TÜBİTAK’a gönül bağı ile bağlı olduğunu vurguluyor. TÜBİTAK-Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü’nde “Halk için Bilim” programı başlatmak, Türkiye’nin dört bir yanından bilime sevdalı gençleri Enstitü’nün araştırmalarına katmak istediğini söyleyen Prof. Aliev, duygularını şöyle ifade ediyor: 
 
“İçtenlikle söyleyebilirim ki daha önce de içimde hep var olan evrensel düzeyde araştırmalar yapma isteğim, TÜBİTAK Bilim Ödülü ile neredeyse volkanik bir enerjiye dönüşmüştür. Enstitü’nün uluslararası düzeyde geniş araştırmalar yapılan, yüzlerce bilimsel toplantı ve araştırma okulları düzenlenen,  dünya bilim liderlerinin sürekli ziyaret ettikleri ve dersler verdikleri bir bilim merkezi haline dönüşmesini istiyorum. Geçmişte Enstitü’nün bu yönde, benim de naçizane katkılarımla,  önemli başarıları vardır. Ben bu başarıları çok daha ileriye taşıyabileceğimize inanıyorum. Ayrıca TÜBİTAK Başkanı Sayın Prof. Dr. A. Arif Ergin’in ve YÖK Başkanı Sayın Prof. Dr. M. A. Yekta Saraç’ın TÜBİTAK Bilim Ödülü vesilesiyle bana yolladıkları kutlama yazılarındaki derin anlamlı kelimeler bu düşüncelerimde bana umut ve güç veriyor, içtenlikle teşekkür ediyorum.”
 
“Bilim İnsanı Olma İsteği ‘Bilinmeyenlerden Bilinenlere’ Geçiş Sürecine Katkı Sağlama İsteğidir. Bu da Çok Yoğun ve Sürekli Emek İster” 
 
Bilim insanı olma isteğinin oldukça güzel bir düşünce olduğunu, temel gerçekleri ortaya koymanın ve insanlığın hizmetine sunmanın en kadim, en soylu ve en güzel uğraş olduğunu belirten Prof. Aliev, bilim insanı olmak isteyen gençlere şu önerilerde bulunuyor: 
 
“Bugün çevremizde gördüğümüz tüm mühendislik ve teknolojik harikalarının temelinde yatan bilimsel gerçekler, bir zamanlar bilinmeyen olmuşlardır. Bilim insanı olma isteği “bilinmeyenlerden bilinenlere” geçiş sürecine katkı sağlama isteğidir. Bu da çok yoğun ve sürekli emek ister. Bu nedenle tutku ile yapılması gerekiyor, o zaman çalışmalarınız çok zevkli oluyor ve hayatınız da güzelleşiyor. Gençlerin bu tutku ile çağdaş bilimin en güncel ve sıcak konularına girmelerini, çok hırslı olmalarını ve kalıcı katkılar peşinde koşmalarını,  elbette ki biraz da pratik olmalarını, çözülebilir problemlerle uğraşmalarını öneririm.  Unutmamaları gerekiyor ki bilim aynı zamanda bir sadakat öyküsüdür, bilim insanı sürekli çalışmak, kendini yenilemek ve yenilikleri idrak etmek zorundadır.  Eski bir deyiş olan “Mum yalnız yandıkça yaşar.”  belki de bir bilim insanı için en güzel tanımdır. Son olarak bilim insanı olmak isteyen ve bu yolda ulusuna, vatanına ve insanlığa üstün hizmet etme hayalini kuran gençlere en içten sevgilerimi sunuyorum.” 
 
12.10.2015